Bozkır Kuşça
Konya-Bozkır’ın
7 mahalleli 451 nufuslu köyü Kuşcaya gidiyoruz.
Arkadaşlarım Mehmet Ali Palabıyık ve Yakup
Çetin İle birlikte Bozkır-Konya minibüslerine binip Aydınkışla köyüne varmadan
500 metre geride Kuşça Sapağında araçtan inip yürümeye başlıyoruz. İlk hedefimiz Kuşca köyü sınırlarında bulunan
ve Mavi Boğazı tepeden gören Palamutlu burnu. 1,5 km yayan ilerlediğimiz yolu otostop yapıp
çevirdiğimiz bir kamyonetle devam ettik. Tahmini olarak yolda inip daha önce
hiç gitmediğimiz ve rehberimizinde sadece mevkisini bildiği Pelitli Burnu
aramaya başladık. Mavi Tünel inşaatının hemen üzerinde idi aradığımız yer.
Tünel çalışması boyunca kırılan taşlar makinelerin çıkarttığı tozlar etraftaki
bitki örtüsünü kaplamış. Tarife uygun olarak bulduğumuz ya da o bölgede “burun
“ diye adlandırılabilecek tek yapıdan Mavi Boğazı seyre durduk.
BSA (
Beyşehir Seydişehir Apa) Kanalından su akışı kesilince geriye sadece Bozkırdan
çıkan suyun beslediği bir Çarşamba kalmış. Cılız bir çocuk gibiydi adeta.
Üstüne üstelik üzeri toz kaplanmış. Oysa ki Mavi boğaz cennetten bir parça
gibidir baharda. Coşkun suyu, yeşilin her tonu. Ve cıvıl cıvıl kuşlar.Mavi
boğazın hayalimde ki resmini korumak amaçlı çok oyalanmadım Palamutlu burnunda.
Kuşca
Köyünün aşağılarında bir yerde tarlasından iki eşeği ile çift sürmeye çalışan
bir kadın takıldı gözümüze. Klasik fotoğrafçı modunda geçip birkaç kare
fotoğraf çektik. Çektiğimiz fotoğraf aslında bize ve anlamak, görmek
isteyenlere Bozkırı anlatıyordu. Bozkırın insanının azmini ve çaresizliğini.
Yahut çaresizliğin azmini. Bilişim
çağında bir kadın düşünün. Önünde iki
merkep ve, merkepleri kontrol etmeye yarayan urganı boynuna dolamış. Bir elinde
sabanın ipi diğer elinde değnek. Öğle sıcağında toz duman altında. Yüzündeki tebessüm ve hayatla samimiyeti
işlediği topraktı adeta. İşledikçe can buluyor işledikçe can veriyordu. O arada eşi çıka geldi. Anlaşılan nöbetleşe
çalışıyorlardı. Arkadaşlarla konuşup sohbet ettiler. Ben yukarıdan izliyorum
sadece. Köyün ikramı candan olurmuş, hemen çay koyalım, çay içelim diye teklif
etselerde geri çevirdik. Susadığımız için çeşme sordum, hemen 20 metre aşağıda
hafriyatların arasında bir çeşme tarifledi ” kurumadı ise orda var” Maalesef
çeşme kurumuştu. Daha doğrusu hafif bir sızıntı yalağında birikmiş arılar ve
sineklere su veriyordu sadece.
Güneş
tepemize dikildi. Aylardır yağmur yüzü görmeyen tabiat adeta gevremişti. Köyün
en aşağısında ki mahalleye girdik. Biraz yürüdükten sonra bir sarnıç bulduk. Bu
köyde neredeyse her mahallede en az iki sarnıç var. Sarnıcın hemen yanı başında
sarnıçtan su çekmek için kullanılan mancırıka benzer bir sistem var. Muhtemel
8-10 metre yüksekliğinde bir ağacın çatalına yine 8-10 metrelik başka bir ağaç
oturtulmuş. Ağacın dip kısmının ağırlığı ile uç kısmına bağlanan kovanın su
dolu ağırlığı nerdeyse bir birine eşit. Bu sayede 5 metre derinden su çekmek
daha kolay hale gelmiş. İlk kovanın suyunu kısmen bulanık olduğu için hemen
yanında ki yalağa döktük. İkinci kova daha durlanık çıktı ve üçüncü kova hem
pırıl pırıl hemde buz gibi bir su ikram etti bize. Biraz soluklandıktan sonra
yolumuza devam ediyoruz.
Bizi köyüne
davet eden ve rehberliğimiz yapan Mehmet Ali telefonla demirci ustası
Demircilerin Hasan Usta ile görüşüp müsait olup olmadığını sordu. Ustamız
müsait olduğunu bildirdikten sonra ustamızın atölyesine yöneliyoruz. Bu arada
yolda sohbet ederken köyün yedi mahalle sininde yedi ayrı yöreden insanlar
olduğunu öğrendim.
Ustamız
hemen ocağını yakıp işe koyuldu. Çünkü normalde o saatlerde köyün başka bir
ihtiyacı için çalışıyordu. Köylerinde bulunan cenaze yıkama aracı için küçük
bir garaj yapıyorlardı ki biz çalışmalarını böldük.
Hasan amca,
Hasan Özdemir, 40 yılı aşkın bir süredir dedesinden babasına babasından da
kendisine kalan bu mesleği yaşatmaya çalışan bir el emekcisi… Atölyeyi
tarıyorum gözlerimle. Atölyede hem eski
teknoloji hemde yeni teknoloji ürünü bir sürü alet var. Anlaşılan o ki Hasan amca miras konducu
değil, ufku olan bir zanaatkâr. Bir yandan sohbet ediyoruz bir yandan ustamız
çalışıyor. Eline aldığı bir kazmanın ağzını düzeltiyor. Bizde” yületmek” derler
bu işleme. Eğeleme değilde yenileme gibi bir şey. Hazır yana n ocağı bulmuşken
değerlendirmemek olmazdı. Yanımda getirdiğim ck67 lamadan çıkardığım profili
gösterdim ustaya.
–Müsaadenle bende bunu işleyebilir miyim?
Ustam kabul etti ve yanan közün içine yerleştirdi bizim bıçağı. Nar gibi
kızaran parçayı çekiçlemeye başladı. Hani yufka yaparlarken hamur oklavanın
altında nasıl açılıyorsa ustanın çekicinin altında da çelik hamur olmuştu
adeta.
İkinci defa
ocağa verdiği çeliği dövme sırası bana gelmişti. Keser ile çivi çakar gibi 90
derecelik bir açı ile sallıyordum ki çekici ustam el koydu duruma. Öyle değil
diyerek eline aldığı çekicin bir ucunun örse değdiğini gösterdi. Böyle
yapmazsan ağzı kopar parçadan diye de öğütledi. İyi kötü istediğim yapıya
getirdim dövdüğüm çeliği. Hoşuma gitmişti. Yolda misket bulmuş çocuk gibi
neşelendim.
Ustamız
elindeki işine döndü. Çeliği işlemenin, su vermenin hassaslıklarından bahsetti.
Hiç duymadığım ikide ısıl işlem terimi öğrendim. Çiğdem tavı, navruz tavı..
Balta ve tağra için ayrı kazma ve nacak için ayrı tav oluyormuş. Yenileme işini
bitirdiği kazmanın ağız kısmını usuldan suya daldırdı. Bir iki saniye bekledi
çekti. Sonra 5-10 saniye sonra yeniden suya soktu usul usul. Şaşırmıştım.
Gerçekten nevruz rengi vardı kazmanın ağzında.
Acaba meneviş miydi bu işlem?
Anlatırken
‘kartal tozu’ diye bir kelam çıktı ağzından. “Şimdi boraks diyorlarmış dedi.
Bizim buralarda taşının alır döğer toz ederdik. Kaynağın hasını yapar ama
zahmetli iş.” Köyde bir yer tarif etti
orada ocağı varmış.
Hasan amcada
bizim gibi bıçak sevdalısı imiş. Gün olmuş işini tamamen bıçak ve silah
tamirine döndürmek istemiş. Akıl danıştığı ustası” aman haa, evinde huzur
istersen sakın o işlerden. Devletin
yapma dediğinin yanından bile geçme”
salığı verince vazgeçer. Değilse en kralını yapardım her türlü hancerin
mekanizmanın diye tok bir ses ile
ekliyor.
Hasan
ustanın üç oğlundan en büyüğünün emekliliğine az kalmış. Emekli olunca belki
köye gelecek bu mesleği sürdürecek diye düşünüyor. Ve ekliyor.
- Bu meslek
yeryüzü var oldukça kaybolmayacak bir meslek. Ama olduğun yerde saymayacaksın
çağın ihtiyacı ne ise ona cevap vermek için hem kendini hem malzemeni
yenileyeceksin. Gün geldi bir liraya yaptığım iş için bin lira harcadım. İşine
sahip çıkarsan bu dağlarda demirden çok ekmek yersin. Buralarda toprak az,
dağın daşın içinde. Tarım makineleri buralara giremez. Bu sebeple bu
topraklarda yaşandığı sürece usta bir demirciye hep ihtiyacı olacaktır. Gözün
tok olursa, aç gözlü olmaz, yaptığın işe değerinde paha biçersen müşteri seni arar
bulur, sen müşteri derdine düşmezsin. Bak ben kırk yıldır bu işi yaparım hiç
pazara mal götürmedim. Müşterim geldi beni buldu.
Tezgâhın
üstünde iki tane nerdeyse yarım metrelik törpü göze çarpıyor. Ustamız kendisi
yapmış, Eski eğeyi yumuşatıp çivi ile iz açarak 20 sene evvel yapmış ve halen
kullanmakta.
Ustamızı
daha fazla işinden alıkoymak olmaz deyip müsaade aldık. Giderayak iki salkımda
üzüm nasip oldu bize.
Ustanın
atölyesinin hemen 50 metre altında bir ulu ceviz ağacının gölgesinde yemek hazırlığına başladık. Ammeye ait olan
bu cevizin hemen yanı başında görkemli bir taş duvarı olan çeşme duruyor. Bu
bölgede gördüğüm tek akar su.
Menüde Cuma
pazarında sabah 5 tlden satılırken ikindi üzeri 2,5 tlye düşen hamsi vardı.
Hamsi ızgara ve külde gumpir( patates)
Üç kız
çocuğu birde 4-5 yaşlarında haşin bakışlı oğlan geliyor aşağı bahçelerin
içinden. Çocukların bohça gibi yaptıkları elbiselerinde bir şeyler
vardı anlaşılan. Ceviz toplamadan geliyorlardı çocuklar. Kucaklarındaki cevizi
görünce neden bu cevizden toplamadıklarını sordum- bu ceviz daha iyi dediler.
Gölgelendiğimiz
ceviz ağacı bereketli bir yıla girmişti
anlaşılan. Her dalda üçer beşer ceviz.
Çocukların
fotoğrafını çekmeye başladık. Neşelendiler. Onların yüzüne yansıyan gülümsemeyi bizlerde kadraja almaya
çalıştık. Sanki manken gibi poz veriyorlardı. Karşıdan bir ses, çocukların
annesi cocuğa çağırıyor.
Eve gel.
-
Ben
fotoğraf çekiniyorum anne gelmem
-
-
kimmiş onlarda neye çekerlermiş sizin fotoğraflarınızı.
Devreye Kuşcalı arkadaş girip niyetimizi ve kimdiğimizi
anlattı. Teyzemiz bir ihtiyacımız var mı yokmu diye sordu sağolsun. Tuzumuz
yoktu.Tuz istedik yanında çayda bulduk. Izgaraya döşediğimiz hamsiler pişince
ızgaradan kaybolması anlık oldu.:) Midelerde yerini buldu. Kalan köze- küle gömdüğümüz patatesler ala küllü ne tatlıydı bilenler
bilir.
Son olarak hasan ustanın verdiği üzümleride tatlı niyeti ile
yeyip bu günü kapattık.
Bizlere bu dolu dolu günü yaşama fikrini sunan arkadaşımız ,
Kuşcada yaşamasa dahi gönlü Kuşca dolu olan Mehmet Ali PALABIYIKa teşekkür
ederim.
Hiç yorum yok: